Hit enter to search or ESC to close

“Empati ” sempatik bir kavram mıdır?

Sedef Kabaş

Empati, etkili iletişim, kişisel gelişim, insan kaynakları, eğitim, satış, pazarlama, müşteri ilişkileri, yönetim becerileri, siyaset ve daha pek çok alanda son yılların başucu referansı haline gelen ve kanaatimce biraz da yerli yersiz kullanılan bir kavram.  Sizce “empati kurmak önemli mi?”sorusuna kaç kişi “hayır” yanıtını verir. Elbette, sıfır! Öyleyse neden herkes anlaşılmamaktan, kendini ifade edememekten, iletişim kopukluklarından, iletişim kazalarından, uzlaşma ve hoşgörü eksikliğinden muzdarip. Yanıt basit.  Eğer empati sözcüğünü sadece şirket vizyonu ve misyonunuzu yazdığınız paragrafları süslemek, aslında ne kadar anlayışlı bir insan olduğunuzu ifade etmek ya da eğitim şart klişesinde olduğu gibi empati şart şeklinde kullanıyorsanız, sözcük şişirilmiş bir balona döndü bile demektir. Bu balonla ekip toplantılarınızı, kişisel gelişim eğitimlerinizi veya şirket içi ilişkilerinizi süsleyebilirsiniz… Ama o zaman lütfen dekorasyonun ötesinde bir işlevsellik beklemeyin.

Empati sanıldığının aksine hiç de sempatik bir kavram değildir. Kişisel itiraflar, yüzleşmeler, otokontrol, sabır, sebat, psikolojik ve sosyolojik sondajlar gerektirir. Maskeler inmeli, unvanlar un ufak edilmeli, kartvizitlere vize verilmemelidir. Toplumsal boyutta her başımız sıkıştığında tutunduğumuz gelenekler, görenekler, örfler ve adetler ışığında yapılan tavsiyelere böyle gelmiş böyle gitmez denilebilmelidir. Hadi bir adım daha öteye gidelim, din, dil, kültür, millet, vatan sözcüklerinin bize otomatik olarak kazandırdığı tüm ayrıcalıklardan kendimizi arındırmayı gerektirir. Hafiften bir rahatsızlık duymaya başladıysanız, devamını okumayın. Hayat vitrininizde empati sevimli bir dekorasyon unsuru olarak kalsın lütfen, rahatınızı bozmayın. Yok, cesaret ve iradeyle üstüne gitmek istiyor, gerçek anlamda “empatik” olmayı gönülden arzuluyorsanız, yola devam…

Bu yolda ilk karşılaşacağınız kişi SİZsiniz! Öncelikle kendinizle dürüstçe bir selamlaşın. BEN kimim, neye seviniyorum, neye kızıyorum, neye inanıyorum, neyi hedefliyorum, melek tarafım ne kadar sağlam, şeytan yanlarımı ne kadar kontrol altına alabiliyorum diye sorun. “Benim içimde şeytan falan yok kardeşim, ben başkası şeytan olunca empatik olup, sabretmeye çalışıyorum diyorsanız”, sınıfta kaldınız bile! Kendinize lütfen sorun, BEN’in dünyaya baktığı kimlik, karakter ve değerler sistemi nedir?  Hangi durumlarda başkalarına“hoşgörü” ile bakıyorum? Hoşgörü kisvesi altında muhtemelen bana benzemeyen, benim gibi düşünmeyen, benim gibi yaşamayan başkalarına “kusurlu, farklı, eksik ama olsun hoş göreyim” tavrını takınıyor muyum? Bu hakkı kendimde ne sıklıkta görüyorum? BEN kimliğimi oluşturan özellikler hayattaki tek “doğru şablonu” mudur?

Kadın ya da erkek olmanız, Türk ya da Kürt olmanız, Müslüman ya da ateist olmanız, pazarlamacı ya da orkestra şefi olmanız, bekâr ya da 30 yıllık evli olmanız sizi siz yapan özellikleri oluşturur. Bu özellikleriniz hayata baktığınız pencerenin yapı taşlarıdır. Hepimizin bir penceresi vardır. Mesele hayatın sadece bizim kendi penceremizden görülen manzaradan ibaret olmadığı gerçeğini fark etmektir.  Mesele değerlerimizin başkalarını değerlendirirken, önyargılara dönüşmesine müsaade etmemektir. Önyargılar hem bireysel, hem toplumsal temelde epey yüksek ses çıkarır, çoğu zaman gerçeklerin sesini boğar.  İnsanları, kurumları, milletleri, toplumları anlamaya çalışmak, onlarla empati kurarak, hayatın onların penceresinden nasıl göründüğüne bir bakış atmak, içimizdeki hakimin ne kadar âdil olduğuna bağladır.

Örneğin tuttuğunuz futbol takımı hep yensin istiyor musunuz? Takımımız iyi de oynasa, kötü de oynasa maçı mutlaka biz almalıyız,  şampiyonluk sevincini hep biz yaşamalıyız diyor musunuz?  Bakın kendi kalenize bir gol attınız bile…  İş hayatına geçelim. İyi okullardan mezun olmuş, yüksek mevkilere terfi etmiş, başarılı, iyi para kazanan, hırslı, çalışkan bir tipsiniz. Tebrikler… Soru şu: Sizin başarınıza katkıda bulunmayan, hatta bu yolda size zaman kaybettiren, hız kesmenize neden olan iş arkadaşlarınıza bugüne kadar tavrınız ne oldu? Kızgınlık, gerginlik, tedirginlik? Bu duyguları yaşadıysanız ki başarı odaklı pek çok insan böyle hisseder, belki de o kadar empatik değilsiniz.  Kimi sizin düşüncelerinize katılır, kimi katılmaz. Kimi sizin yönetim anlayışınızı benimser, kimi benimsemez hatta karşı çıkar. Kimi sizi sever, destekler, kimi de haz etmez, hatta kıskanır. Empatik olabilmek sizinle aynı takımı tutmayanları da ya da sizin söylediklerinizi benimsemeyenleri de anlamak ya da en azından bu çabayı gösterebilmektir.  Yoksa “benim oy verdiğim parti seçildiği sürece ben demokrasiye inanıyorum” sözünde olduğu gibi “herkes benim düşündüğüm gibi düşündüğü sürece empati gösteriyorum” sözüne benzer.

Anne çocuğa yemek yemiyor diye kızar. Çocuğum yemek yemeli ve sağlıklı büyümeli diye düşünür. Haklıdır. Ancak tabağında kalan son iki köfteyi yemeyi reddeden 6 yaşındaki bir çocuğa kızmak sadece anneyi rahatlatan bir duygudur. Empati duygusu “benim” duygularımdan önce “karşımdakinin” duygusunu dikkate alabilmektir.  Üstelik 6 yaşındaki bir çocuk doyup, doymadığını annesinden çok daha iyi bilir. Çocuk tabağındaki kalan ve muhtemelen artık iyice soğumuş olan iki köfteyi sırf ziyan olup çöpe gitmesin ya da annesi o kadar uğraşıp hazırladı diye yemek zorunda da bırakılıyor olabilir. Aynı kadın, misafir gittiği evde kendisine ısrarla ikram edilenleri yemesi istendiğinde acaba ne hissetmektedir? Bir başka örnekte müşteri kendisine yanlış ürün satıldığını anladığı gün hışımla alışveriş yaptığı mağaza gider ve mağaza yetkilisinin karşısına dikilir. “Kardeşim, beni kazıkladınız, paramı geri verin” diye bağırır. Mağaza yetkilisi böyle durumlarda genelde sözlerine, “beyefendi, önce lütfen sakin olun” diye başlar. Ve o noktada zaten kazıklandığını düşünen müşteri bir de üstüne kendisine ahlak dersi verilmeye çalışıldığını düşünmeye başlar ve iyice köpürür.  Zira hiç bir kızgın müşteri sakin olmaya davet edildiği böyle bir durumda, “ aaa, affedersiniz, sakin şekilde bir daha söyleyeyim, paramı iade edebilir misiniz, lütfen ” demez.  Müşterinin kızgınlığını anlamak, sabırla dinlemek, onu sakin olmaya davet etmek yerine derhal harekete geçmek gerekir.

Özetle empati karşınızdakinin ne hissettiğini, ne hissedebileceğini, ne düşündüğünü, ne düşünebileceğini öngörebilmek, dikkate almak ve ona göre adım atmaktır. Sadece anlamak değil sonrasında da karşımızdakini anladığımızı ona hissettirmektir. Zordur: sabır, tevazu, serinkanlılık, yüksek duygusal zekâ, epeyce ego törpülenmesi, etkili dinleme, etkili gözlem ve etkili soru sorma becerilerini gerektirir. Bireyselliğin baş tacı edildiği, rekabet ortamının körüklendiği bir dünya düzeninde empati kurabilme yeteneğini geliştirmenin, açık olarak ifade edilmese de, içinden ne işe yaradığını sorgulayanlar olabilir. Yanıt nettir. Gerek sosyal gerek iş yaşamında insanı anlamak kişiye büyük avantajlar sağlar. İnsanı anlayan, ikna eder, yönetir, yön verir, motive eder ve harekete geçirir. Böyle kişiler örnek alınır, takip edilir.  Üstelik empati yeteneğinizi geliştirme yolunda atacağınız cesur adımlar size daha şeffaf ilişkiler, hafiflemiş bir vicdan, gelişkin bir adalet anlayışı ve derin bir sağduyu hediye eder.


Bir cevap yazın