Hit enter to search or ESC to close

Başarılı İletişim

Sedef Kabaş

Bugüne kadar biriyle konuşmadan hayatını geçiren kimse var mı? Peki, neden aslında çok iyi yaptığımızı düşündüğümüz bir şey üstünde tekrar tekrar konuşuyoruz? Galiba bizler içinde yaşadığımız bu telaşlı dünyada çoğu zaman bildiklerimizi uygulamakta tembel davranıyoruz.

Yani hepimiz aslında bazı sözlerin kırıcı, çatışma yaratıcı, mutsuz edici olduğunu biliyoruz. “Sen hep böylesin, bu tavrından nefret ediyorum”, “Sen onun senin hakkında söylediklerini bir bilsen”, “O önce kendine baksın” gibi sözleri, sonuçlarını hiç düşünmeden söyleyiveriyoruz.

Simdi gelin, “İletişim nedir?”, “Nasıl olur?” gibi sorulardan ziyade, “Başarılı iletişim” ile ilgili dört önemli prensibin üzerinde duralım.

Niyet – Ego ile Mücadele

İletişimin sürecine, kalitesine ve sonucuna etki edecek en temel faktör kişilerin niyetidir. Benim amacım ne? Ne yapmak istiyorum?

Eğer niyetimiz karşı tarafı eleştirmek, kınamak veya küçük düşürmek ise ağzımızdan o niyeti gerçekleştirecek kelimeler pek düşünmeye gerek kalmadan dökülüverir.

Amaç durumu düzeltmek ve hataları gidermek ise işte o zaman düşünmeye, empati kurmaya başlarız.

Dil, sürece sonradan katılır ve karşıdaki kişi ile aramızda köprüler kurmaya başlar.

Her birimiz, biricik olduğumuza derinden inandığımızdandır ki; çoğu zaman niyetimizi gözden geçirmeyi düşünmeyiz bile. Egomuzu başımızın üstünden alıp cebimize koymak genellikle aklımıza gelen en son şey olur. Sonuç olarak yaşadığımız iletişim sürecinde “ne doğru?” sorusundan ziyade “kim haklı?” sorusuna odaklanıp kalırız.

Oysa kendimiz gibi diğer insanların da biricik olduklarını hatırlamak işe yarayacaktır. Bu sürece “kendi egomuzla mücadele” de diyebiliriz.

Kendi egomuzla mücadelede başarılı olabilmek yaşam içinde bir seyahat gerektirebilir.

Önemli olan, bu seyahate çıkarken “farkında olma bilincimizi” yanımıza almış olmamızdır.

Penceremiz – Doğru Bakış Açısı

Bakış açımız, kendi doğrularımız, geçmişten getirdiğimiz ön yargılarımızdır… Bir benzetme yaparsak; sahip olduğumuz “elek”tir… Bu elekten geçirdiğimiz algılarımızın, genellikle gerçeği yansıttığını düşünürüz. Hata yapma olasılığımızın çok az olduğuna inanırız. Bir bütünü aslında farklı parçaların oluşturduğunu göz ardı ederiz. Başkaları ile iletişim kurarken hep o eleğin ardında dururuz…

Davranışlarımızın, verdiğimiz tepkilerin nedenini yaşadığımız olaylara bağlarız. Oysa yaşanan olaylara dair algımız çok farklı olabilir. Hiç düşündünüz mü, neden aynı olayı yaşayan insanlar farklı tepkiler verir? Verdiğimiz tepkilere hükmeden aslında bizim o olaya yönelik bakış açımızdır. Peki, bunun iletişim ile ilgisi nedir?

Bu noktada öncelikle iki tane haber vermek gerekiyor; biri iyi, biri kötü… Önce kötüden başlayalım: Kötü haber şu ki; hayatınızda karşınıza çıkan hiç “kimseyi” değiştiremezsiniz. İyi habere gelince; değiştirebileceğiniz biri var, o da ” KENDİNİZ”.

Kendimizi değiştirmek bakış acımız ile ilgilidir. Hayata baktığımız pencerenin perdelerini biraz daha aralamakla ilgilidir. En azından, iletişim sürecinde farklı düşüncelerin var olmasının sağlıklı olduğunu, insanların farklı yaratılışta olduğunu, bu sebeple farklı tepkiler verebileceklerini ve her zaman karşımızdakiler ile hemfikir olmamız gerekmediğini görebilecek kadar perdelerimizi aralamak gerekiyor. İki kişinin hemfikir olmayabileceği konusunda hemfikir olabilmeleri ne güzeldir…

Kulaklar – Anlamak için Dinlemek

Dinlerken aslında iki ses duyarız, bu seslerden biri kendimize, diğeri karşımızdaki insana aittir. Karşımızdaki kişi bize mesajını gönderirken, biz mesajı değerlendirmeye alırız. İşte bu sırada iç sesimiz konuşmaya başlar: “Ben ne düşünüyorum?”, “Soru sorarsa ne cevap vereyim?”, “Bu saç modeli hiç olmamış” vb. Bu değerlendirme süreci aslında kendi yapacağımız konuşmaya bir hazırlık anlamı da taşır. Ancak ne yazık ki, bu süreçte bize gönderilmeye çalışılan birçok mesaj arada kaybolur gider. Daha da kötüsü bizler kaçırdığımız bu sözcüklerin yarattığı anlam boşluklarını kendimizce doldururuz. İşte o zaman gelsin iletişim kazaları, yanlış anlaşılmalar ve çatışmalar…

Çocukluğumuzdan bu yana öğretilenin aksine dinlemek pasif olmayı değil aktif olmayı gerektirir. Etkili dinleme sadece sessiz kalma veya karşımızdakinin yüzüne bakma anlamına gelmez. Zira dinleme sürecinde mesajı almamıza etki edecek şey yalnızca kulaklarımız değil aynı zamanda kalbimiz ve aklımızdır.

İletişim sürecinin kalitesi kalbin ve beynin uyumlu hareket etmesi ile gerçekleşecektir. İş bölümüne gelince; kalp içtenlikle dinlemekten, akıl ise düşünerek konuşmaktan sorumludur.

Dil – Uçan Kuşlar

Sözler insanın gününü gün de edebilir, zehir de edebilir. Yani aslında sözler hayatımızı etkiler. Güzel bir söz ile bir insanı çok mutlu edebiliriz; ona mutluluk, huzur ve güven verebiliriz. Ya da tam tersi, bir sözle insanın hayatını cehenneme çevirebiliriz; onu kızdırıp, üzüp, kahredebiliriz. Belki de bundan dolayı, önce iyice düşünüp, sonra konuşmalıyız.

Fatih Sultan Mehmet, “Düşünerek konuşan, özür dilemek zorunda kalmaz” demiş. Mevlana ise ünlü eseri Mesnevi’de dile dair şunları söylemiş: “Şunu bil ki, ağızdan ansızın çıkan söz, yaydan fırlamış ok gibidir. Ey oğul, o ok bir daha geri dönmez; suyu baştan kesmek gerek.”

 


Bir cevap yazın